Av.Ayşen GÜZEL

Soruşturma Evresi Ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararları Işığında Etkin Soruşturma Yapma Yükümlülüğü

Av.Ayşen GÜZEL

 

SORUŞTURMA EVRESİ VE
AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ KARARLARI IŞIĞINDA
ETKİN SORUŞTURMA YAPMA YÜKÜMLÜLÜĞÜ
I. BÖLÜM – SORUŞTURMA EVRESİ
A. Genel Açıklamalar
Soruşturma evresine özgü ilkelerin incelenmesine başlanmadan önce soruşturma evresinin tanımının yapılması gerekmektedir. 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 2/1-e bendiyle; soruşturma evresinin, kanuna göre yetkili merciilerce suç şüphesinin öğrenilmesinden iddianamenin kabulüne kadar geçen evreyi ifade ettiği belirtilmektedir. Görüldüğü üzere; hukuk sistemimizde soruşturma evresi, suç şüphesinin öğrenilmesiyle başlamakta ve iddianamenin kabulüne kadar sürmektedir. İkisi arasında geçen zaman dilimi de soruşturmaya işaret etmektedir.
Ceza Hukuku'na ve özellikle de soruşturma ve kovuşturma evrelerine birtakım ilkeler hakimdir. Bu ilkelerden bazıları (gizlilik ilkesi gibi) soruşturma evresine, bazıları (sözlülük gibi) kovuşturma evresine özgü; bazıları da (maddi gerçeğin aranmasında olduğu gibi) ortaktır.
Soruşturma evresinin, kendisine has yapısı ve özellikleri bulunmaktadır. Ancak bu evre, ceza muhakemesinin yalnızca bir bölümüne tekabül etmekte ve ceza muhakemesi, soruşturma evresinden daha geniş bir anlama sahip bulunmaktadır. Bu sebeple de soruşturma evresine özgü ilkelerin incelenmesinden önce kapsam olarak daha geniş içerikte bulunan ceza muhakemesi ilkelerinin belirtilmesi gerekmektedir. Zira soruşturma evresine hakim olan ilkelere geçmeden önce ceza muhakemesi ilkelerinin açıklanması, soruşturma evresini de doğrudan ilgilendirmekte ve olayın mahiyetine ve niteliğine uygun düştüğü müddetçe çoğu (ortak) ilke, soruşturma evresinde de uygulama alanı bulmaktadır.
B. Ceza Muhakemesi İlkeleri
1. Hukuk Devleti - Oranlılık ilkesi
Hukuk devleti ilkesi, bir hukuk devletinde tüm eylem ve işlemlerin hukuka uygun biçimde yürütülmesi gerekliliğini ifade etmektedir. Bu husus ceza muhakemesi yönünden de geçerli olmakta ve ceza muhakemesine ilişkin tüm eylem ve işlemler, hukuk kuralları çerçevesince yürütülmek zorundadır. 1982 Anayasasının 2. maddesiyle de, Türkiye Cumhuriyeti'nin toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olduğu belirtilmektedir.
Bir hukuk devletinde insan hak ve hürriyetlerinin korunması ve bu korumanın fiilen gerçekleştirilmesinin ön planda tutulması zorunlu olmaktadır. Bu hak ve hürriyetler, devlet ve toplum düzeninin sağlanması ve kamusal düzenin devamlılığı amacıyla, ancak Anayasada ve kanunlarda belirlenen sebepler ve esaslar çerçevesinde sınırlandırılabilmektedir. Kural, hak ve hürriyetlerin mevzuatta öngörülen şekilde kullanımı olup; sınırlama, istisnai durumlara özgülenmektedir. Tüm bunların yanı sıra sınırlama yapılırken, oranlılık ilkesinin de göz önünde bulundurulması gerekmektedir. Başka bir anlatımla; yapılmak istenen sınırlamayla varılmak istenen sonuç ve güdülen amaç, kullanılan araç ve sınırlama sebebiyle orantılı ve amaca ulaşmaya elverişli olmak durumundadır.
Ceza muhakemesi bakımından oranlılık ilkesi; bir ceza muhakemesi işleminin yapılmasıyla bu işlemden sağlanması beklenen yarar ve ortaya çıkması muhtemel zarar arasında makul bir oranın bulunması, orantısızlık durumunda işlemin yapılmaması gerektiğini ifade etmektedir. Görüldüğü üzere; yapılan işlemlerde oranlılık ilkesine uygun davranılması gerekmekte; bu ilkeye uygun davranılmaması ve varılmak istenen amaç doğrultusunda elde edilmek istenen menfaatle, sınırlanan menfaat arasında kabul edilebilir ve makul bir oranın bulunmaması halinde, tedbirin uygulamasıyla birlikte ortaya çeşitli hukuka aykırılıklar çıkmaktadır. Bu yolla ve hukuka aykırı şekilde elde edilen delillerse, ceza muhakemesinde delil olarak kullanılamamaktadır. Örneğin; polis tarafından şüphelinin vücut bütünlüğüne dokunulmaması gerekirken, dövülerek ve baskı altına alınarak bazı sözlerin zorla söyletilmesi ve bunların delil olarak kayda alınması ve ifade tutanağına bağlanması durumunda, bu kayıt ve tutanağın, delil niteliğinde kabul edilmemesi gereklidir.
Oranlılık ilkesi yerine bazı kaynaklarda ve Anayasa Mahkemesi kararlarında ölçülülük ilkesinin de kullanıldığı görülmekte ve Anayasa Mahkemesi kararlarına göre; ölçülülük, temel hak ve özgürlüklerin sınırlanma amaçları ile araç arasındaki ilişkiyi yansıtmaktadır.
Suçsuzluk karinesi de, hukuk devleti ilkesinin uzantıları olan temel prensipler arasında yerini almaktadır. Bu sebeple aynı zamanda masumiyet karinesi olarak bilinen bu evrensel ilkenin unutulmaması gereklidir ki; bir suç dolayısıyla hürriyetin sınırlandırılmasında, ancak telafisi zor durumlarda etkin bir ceza takibatı gerekliliğinin, şüphelinin özgürlüğünün kısıtlanmasına nazaran ağır basması ve gerçekten de gerekli olması aranmaktadır. Örneğin, kendisine hakaret edildiği iddiasıyla yapılan bir suç duyurusu sonrasında, gerekmemesine rağmen şüphelinin evinde arama yapılmasında hiçbir hukuki yarar ve menfaat bulunmamaktadır.
2. İnsan Haysiyetinin Dokunulmazlığı İlkesi
İnsan haysiyeti; kişiye, bilinçli olma, kendi kaderini tayin etme ve çevresini şekillendirme yeteneği veren ve kişiliksizliği ortadan kaldıran ruh ve manevi güç olarak tanımlanmaktadır. İnsan haysiyeti, vazgeçilmez bir değer olarak karşımıza çıkmakta ve Anayasanın 17. maddesinin 3. fıkrasıyla; kimseye, işkence ve eziyet yapılamayacağı ve kimsenin, insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamayacağı düzenlenmektedir. Mevcut Anayasal düzenlemeyle, insan hayatına verilen değer ve atfedilen önem ortaya konulmak istenmektedir. İnsan haysiyetine sahip olma bakımından insanlar arasında herhangi bir ayrım yapılması mümkün olmadığı gibi toplumda yaşayan bireyler arasında kanun önünde eşitlik ilkesinin kabul edildiği görülmektedir.
3. İşkence Yasağı İlkesi
İşkence yasağı ilkesi; kamu görevlileri tarafından bireylere işkence uygulanmasının karşısında olunduğunu ortaya koyan önemli bir ilkedir. İşkence, bir suçtur ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda suç olarak düzenlenmektedir.
Bu ilke uyarınca; kişinin, kendisini veya yakınlarını suçlayıcı beyanlarda bulunmaya ya da bu yolda delil göstermeye zorlanamaması ve bu uğurda işkence ve buna benzer fiillere başvurulamaması esastır. Ayrıca kişiye kanuni haklarının bildirilmesi gereklidir. İşkence yöntemleriyle alınan deliller, hukuka aykırı delil kapsamında yer almakta ve ispat aracı olarak kullanılamamaktadır.
4. Adil Yargılanma İlkesi
Adil yargılanma ilkesiyle, ceza muhakemesi işlemlerinin; kandırma, yanıltma veya zorlama gibi irade serbestisini engelleyen veya savunmayı kısıtlayan yollara sapılmaksızın, hukuk devleti ilkesine uygun olarak, önceden kanunlarla gösterilen esaslar çerçevesinde yapılması kastedilmektedir. Adil yargılanma ilkesi, çok geniş anlamlara sahip olup; bu ilkenin kapsamına, birden fazla ilke girmektedir. Hak arama hürriyeti, savunma hakkı, tabi yargıç ilkesi, isnadı öğrenme hakkı, davasının makul süre içerisinde görülmesini isteme hakkı, masumiyet karinesi, savunmasını hazırlamak için gerekli zamana ve kolaylıklara sahip olma hakkı, avukat yardımından yararlanma hakkı ve mahkemece atanacak bir avukatın yardımından ücret ödemeksizin yararlandırılma hakkı, iddia tanıklarını sorguya çektirme hakkı ve savunma tanıklarının, iddia tanıkları ile aynı koşullar altında çağrılmasının ve dinlenmesinin sağlanmasını isteme hakkı, silahların eşitliği ilkesi, tercümandan yararlanma hakkı gibi çeşitli haklar, bu kapsamda değerlendirilmektedir.
Adil yargılanma ilkesinden anlaşılması gereken; yargılamaların tabi, bağımsız ve tarafsız bir mahkemede yapılması, görülmekte olan davaların makul sürelerde bitirilmesi, yapılan yargılamaların aleni ve duruşmalı olarak yapılması ve hakkaniyete uygun şekilde hareket edilmesidir. Ancak bu ilke, sayılanlarla sınırlı değildir. Hatta bu ilke, yalnızca kovuşturma evresinde değil, aynı zamanda soruşturma evresinde de uygulanması gereken bir ilkedir. Zira soruşturma evresinin de makul sürelerde bitirilmesi esastır.
Adil yargılanma ilkesi; hukuka uygun ve sağlıklı bir ceza muhakemesini ve her sujeye, silahların eşitliği ilkesi gereği, mümkün olduğunca, en adil ve hakkaniyete uygun yargılanma şansını güvence altına almaktadır.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nce; Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesinin içerik itibariyle yalnızca kovuşturma evresini ilgilendirir gibi görünmesine karşın, bu durumun, sözleşme hükmünün soruşturma evresinde uygulanmayacağı anlamına gelmediği ifade edilmektedir.
Adil yargılanma ilkesinin bir uzantısı olan silahların eşitliği ilkesi de, gerek soruşturma gerekse kovuşturma aşamalarında geçerliliği olan önemli bir ilke olarak karşımıza çıkmakta ve sıklıkla savunmalara ve dilekçelere konu olmaktadır.
Hukuk sistemimiz uyarınca; hiç kimse, kendisi veya yakınları aleyhinde beyanda bulunmaya ve bu yolda delil göstermeye zorlanamamaktadır. Açıklanan husus, Anayasanın 38. maddesinde yerini almakta ve bu kabulün özel yansıması, karşımıza susma hakkı olarak çıkmaktadır. Bu kapsamda şüpheli veya sanık, suçlandığı hususlar ve isnatlar hakkında susma hakkına sahip olmakta ve susma hakkı, hem soruşturma hem de kovuşturma evrelerinde geçerliliğini korumaktadır.
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu madde 141/1-d uyarınca; herkes, makul sürede yargılanma hakkına sahip bulunmakta ve aksi hal, devletin tazminat sorumluluğunu doğurmaktadır. Ancak makul sürede yargılanma ilkesinin kabulü amaçlanırken, ceza muhakemesinin maddi gerçeği araştırma amacının da göz ardı edilmemesi ve etkin soruşturma yapma gerekliliğinden vazgeçilmemesi gerekmektedir.
5. Doküman Oluşturmak Yükümlülüğü ve Dosyayı İnceleme Hakkı
Doküman oluşturmak yükümlülüğü; işlemlerin belirli kanuni formlarla saptanması ve yapılan iş ve işlemlerin tutanağa bağlanmasıyla yakından ilgili olup; gerek soruşturma gerekse kovuşturma evrelerinde uygulama alanı bulmaktadır.
Ceza Muhakemesi Kanunu m. 153/1 uyarınca; müdafii, soruşturma evresinde dosya içeriğini inceleyebilmekte ve istediği belgelerin bir örneğini harçsız olarak alabilmektedir. Görüldüğü üzere, şüpheli müdafiinin dosyayı inceleme ve dosyanın bir örneğini alma hakkı bulunmaktadır. Ancak yasal düzenlemenin 2. fıkrasıyla, bu hakkın hakim kararıyla sınırlanabildiği hallere de yer verilmektedir. Tüm bu haklardan, suçtan zarar görenin vekili de yararlanabilmekte ve sınırlamalar, vekil için de geçerli olmaktadır. Ancak her durumda, yakalanan kişinin veya şüphelinin ifadesini içeren tutanak ile bilirkişi raporları ve adı geçenlerin hazır bulunmaya yetkili oldukları diğer adli işlemlere ilişkin tutanaklar hakkında, müdafii ve vekile karşı gizleme ve sınırlama hükümleri uygulanmamaktadır.
6. Devletin Yargı ve Ceza Tekeline Sahip Olması
Türk hukuk sisteminde şahsi cezalandırılma ve kendiliğinden hak alma fiilleri, yasak kapsamında olup; kişinin hakkını kendisinin alması kabul edilmemektedir. Ülkemizde bireysel ve kişiye özgü yargılama sistemi olmamakta ve bir suç işlenmesi halinde, devletin yargısal mekanizmasına başvurulması gerekmektedir. Örneğin, bir kimsenin kendisine karşı suç işleyen kimseye olan kızgınlığını yenemeyerek, pusu kurması ve husumet duyduğu kimseye silah doğrultarak kurşun sıkması, suç teşkil etmektedir. Zira ceza vermeye yetkili olan mekanizma bakımından yalnızca devletin ceza tekeli bulunmaktadır. Buna ihkak-ı hak yasağı da denilmektedir.
7. Kıyasın Mümkün Olması
Ceza Hukuku’nda suç ve cezada kıyasın yasak olduğu bilinen bir gerçektir. Ancak bunun yanı sıra gerek soruşturma gerekse kovuşturma evrelerinde; ceza muhakemesinde uygulanan sınırlayıcı (daraltıcı) hükümlerde, istisnai hükümlerde ve kanunilik ilkesi sebebiyle koruma tedbirlerinde kıyas yapılması da yasak kapsamında bulunmaktadır. Belirtilenler dışındaki durumlarda ise, kıyasa başvurulması kabul edilmektedir.
8. Ceza Muhakemesinin Kamusallığı İlkesi
Kural olarak, suçlar re'sen soruşturulmaktadır. Ancak bunun istisnası, şikayete bağlı suçlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Soruşturmayı icra etmekle ise, devletin bir organı olarak savcılık makamı görevlendirilmektedir.
Ceza davasının kamusallığı ilkesi, ceza davalarının açılmasının ve yürütülmesinin, vatandaşın yerine devletin görevi olduğunu ifade eden bir ilkedir. Örneğin, hukuk davalarından biri olan boşanma davası, taraflarca açılırken; şikayete bağlı olsun ya da olmasın, tüm kamu davaları, savcıların düzenledikleri iddianameler üzerine ve iddianamenin kabulü kararıyla açılmaktadır. Bu aşamada doğrudan etkin mekanizma olarak, savcılık ve mahkemeler karşımıza çıkmaktadır. Kişiler, ancak suç duyurusunda bulunabilmekte, şikayet dilekçesi sunabilmekte veya doğrudan sözlü beyanda bulunarak bu beyanlarının tutanağa geçirilmesi suretiyle şikayetçi olabilmektedir. Ancak nihayetinde kamu davası açma bakımından iddianame düzenlenmesi kararını, savcılar vermektedir.
Ceza davasının kamusallığı ilkesinin istisnasını, kişisel (şahsi) dava usulü oluşturmaktadır. 5271 sayılı kanunda ise, bu usule yer verilmediği görülmektedir. Bu sebeple hukuk sistemimizde, ceza davasının kamusallığı ilkesinin istisnası bulunmamakta, ancak bu ilkenin sınırlandırıldığı iki durum ile karşılaşılmaktadır. Bunlar;
a. Şikayete bağlı suçlar,
b. İzne veya talebe bağlı suçlardır.
Bu hallerde dahi, iddianame savcılık tarafından düzenlenmekte ve ancak bunun için şikayet, izin ve talebin varlığı aranmaktadır.
9. Hakim Önünde Meramını Anlatabilme İlkesi
Hakim önünde meramını anlatabilme ilkesi, sanığa bazı haklar tanımaktadır. Bu haklar; genel olarak kovuşturma aşamasıyla ilgili olmakta ve sanığın hakim önünde derdini anlatabilmesini, ne istediğini söyleyebilmesini, hiç veya gereği gibi dinlenilmeden mahkum edilmemesini, öne sürülen iddiaları ve aleyhine olan delilleri çürütebilmesini ve bu sayede muhakemenin gidişine etki edebilmesini içermektedir.
10. Denetim Muhakemesine Başvurma Hakkı
Denetim muhakemesine başvurma hakkı; bireylerin kendilerine ilişkin karar ve işlemleri, bir üst mercie denetletme hakkını içermektedir. Anayasa Mahkemesi de, bireysel başvuru kapsamında adil yargılama hakkının ihlal edilip edilmediğini denetlemektedir. Ancak bu denetim, belirli bir kapsamda yapılmaktadır. Buna göre, adil yargılama hakkı; dava sonucunda verilen kararın değil, yargılama sürecinin ve usulünün adil olup olmadığını denetleme ve bireyler tarafından denetlenmesini isteme imkanını vermektedir.
11. Maddi Gerçeğin Araştırılması İlkesi
Ceza muhakemesinde, maddi gerçek esastır ve şekli gerçek değil, maddi gerçek araştırılmaktadır. Daha açık bir ifadeyle, ceza muhakemesinde amaç; adil yargılama ilkelerine uyularak maddi gerçeğin araştırması ve bulunmasıdır. Buradaki amaç; suçsuz sanığın aklanmasıyla suçlu sanığın cezalandırılması arasındaki vicdani kanaat olarak karşımıza çıkmaktadır.
Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 160. maddesiyle, Cumhuriyet savcısının; ihbar veya başka bir surette bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hali öğrenir öğrenmez kamu davası açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğin araştırmaya başlaması gerektiği ve maddi gerçeğin araştırılması ve adil bir yargılamanın yapılabilmesi için, emrindeki adli kolluk görevlileri marifetiyle, şüphelinin lehine ve aleyhine olan delilleri toplayarak muhafaza altına almakla ve şüphelinin haklarını korumakla yükümlü olduğu belirtilmektedir. Görüldüğü üzere yasal düzenleme, maddi gerçeğin araştırılması ilkesine hizmet etmektedir.
Bu ilke doğrultusunda; hakim, ikrarla bağlı değildir ve gıyapta muhakeme istisna haldedir. Bu kapsamda yan kanıtlarla doğrulanamayan, oluşa ve maddi gerçeğe uygun düşmeyen, bilimsel kanıtlarla ispatı mümkün olmayan ve yalnızca soyut ikrara dayanarak mahkumiyet hükmü kurulması mümkün olmamaktadır. Aksi durum, maddi gerçeğin araştırması ilkesine aykırılık teşkil etmektedir.
12. Şüpheden Sanık Yararlanır İlkesi
Bir kimsenin üzerine atılı suçtan ötürü cezalandırılması için isnat edilen suçun, her türlü şüpheden uzak bir şekilde kanıtlanması gerekmektedir. Bu ilkeye şüpheden sanık yararlanır ilkesi denilmektedir.
Ceza muhakemesinin en önemli ilkelerinden biri olan ve Latince "in dubio pro reo" olarak ifade edilen "şüpheden sanık yararlanır" ilkesi, Yargıtay yerleşik içtihatlarında da yer almakta ve sanığın bir suçtan cezalandırılmasının temel şartı; suçun, şüpheye yer vermeyen bir kesinlikte ispatlanması olarak karşımıza çıkmaktadır.
13. Bağımsız ve Tarafsız Hakim İlkesi
Bağımsız ve tarafsız hakim ilkesi; davaya bakacak olan hakimin, davanın taraflarına karşı eşit, tarafsız ve ön yargısız durması, hiçbir telkin ve baskı altında kalmadan, hukuk kuralları çerçevesince vicdani kanaatine göre karar vermesi anlamına gelmektedir.
14. Davasız Yargılama Olmaz İlkesi
Davasız yargılama olmaz ilkesi, bir olay hakkında dava açılmaksızın mahkemece olaya kendiliğinden el atılamadığını ifade etmektedir. Bu kapsamda hakim, işe re'sen el koyamamakta ve davasız yargılama mümkün olmamaktadır. Ülkemizde bu sebeple savcılık teşkilatı kurulmakta ve kamu davasının açılmasında savcının düzenlediği iddianamenin önemli bir yeri bulunmaktadır.
15. Özel Hayatın Gizliliği İlkesi
Fertler, devletin müdahalesinden korunmuş özel bir alana sahiptir. Özel hayat, nisbi şekilde korunurken; hayatın gizli alanının sadece bireyin kendisini ilgilendirmesi sebebiyle mutfak şekilde korunduğu ve dokunulmaz olduğu görülmektedir. Bu sebeple de özel hayatın gizliliğinin ihlali, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 134. maddesiyle suç olarak düzenlenmektedir.
16. Halka Açıklık (Aleniyet) İlkesi
Halka açıklık (aleniyet) ilkesi, yalnızca kovuşturma aşamasında geçerli olan bir ilkedir. Zira soruşturma evresinde gizlilik ilkesi hakim konumdadır.
Aleniyet ilkesinin kabulü; sanığın lekelenmeme hakkının bulunduğu kadar delillerin güvence altına alınması gerekliliğine de işaret etmektedir.
17. Vasıtasızlık İlkesi
Vasıtasızlık ilkesi; hakimin kararını, delillerle doğrudan doğruya temasa geçerek vermesini ifade eden ilkedir. Bu ilke, kural olarak yalnızca duruşmalarda geçerli olmaktadır.
18. Masumiyet Karinesi
Ceza muhakemesi sürecinde etkin rol oynayan hakim, savcı ve adli kolluk görevlilerinin, yargılanacak veya yargılanmakta olan kimselere saygı göstermesi ve onların lekelenmeme haklarını ihlal etmemeleri gerekmektedir. Bu sebeple masumiyet karinesi kabul edilmekte ve soruşturma evresindeki ifade ve telefon dinlemeleri gibi deliller, basın yayın organlarıyla paylaşılamamaktadır.
Anayasanın 15. maddesinin 2. fıkrasının son cümlesiyle, suçluluğu mahkeme kararıyla saptanıncaya kadar kimsenin suçlu sayılamayacağı belirtilmekte ve doğrudan masumiyet karinesine işaret edilmektedir.
Yakalama, Gözaltına Alma ve İfade Alma Yönetmeliği'nin 27. maddesinde de; suçluluğu bir yargı hükmüne bağlanana kadar kişinin masumiyetinin esas, soruşturma evresinin gizli, soruşturma evresinde gözaltındaki bir kişinin suçlu olarak kamuya duyurulmasına, basın önüne çıkartılmasına, kişilerin basınla sorulu cevaplı görüştürülmelerine, görüntülerinin alınmasına, teşhir edilmelerine sebebiyet verilmez ve soruşturma evrakının hiçbir şekilde yayımlanamaz olduğu belirtilmektedir.
Soruşturmanın gizli yapılmasının temel sebeplerinden biri, kişilerin lekelenmeme hakkının varlığından kaynaklanmaktadır.
C. Soruşturma Evresine Özgü İlkeler
1. Soruşturmanın Gizliliği İlkesi
Soruşturma evresi, niteliği itibariyle gizli bir aşama olup; bu aşamada basit şüphe üzerine, bir suçun işlenip işlenmediğine, işlendiyse kim tarafından, nasıl ve ne surette işlendiğine dair delillerin toplanması ve değerlendirilmesi söz konusu olmaktadır.
Soruşturma evresinin gizliliğinin temelinde iki sebebin olduğunun söylenmesi mümkündür. Bunlardan ilki, lekelenmeme hakkı; diğeri, soruşturmanın akamete uğramasının, delillerin yok edilmesinin, değiştirilmesinin ve şüphelinin kaçmasının engellenmesi ve önüne geçilmesidir.
Gizlilik kuralı iki şekilde anlaşılmaktadır. İlki, soruşturma işlemleri sırasında, ilgililerden başka kimsenin hazır bulunamaması; ikincisiyse, yapılmış olan araştırma ve soruşturma sonuçlarının kamuya açık olmamasıdır. Buna göre soruşturmanın gizliliğini, işlemlerde gizlilik ve evrakların gizliliği olarak tasnif etmek mümkün olmaktadır.
Ancak tüm bunların yanı sıra soruşturma evresindeki gizliliğin, savunma hakkına zarar vermemesi gereklidir. Zira buradaki gaye; savunma hakkının zarar uğratılması değil, kişilerin lekelenmeme hakkına riayet edilmesi ve soruşturmanın selametinin sağlanması olmaktadır.
Gizlilik ilkesi, beraberinde yazılılığı gerektirmekte ve soruşturma işlemleri, kural olarak yazılı şekilde gerçekleştirilmektedir.
Gizlilik ilkesi, Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 157. maddesinde; kanunun başka hüküm koyduğu hâller saklı kalmak ve savunma haklarına zarar vermemek koşuluyla, soruşturma evresindeki usul işlemlerinin gizli olduğu şeklinde düzenlenmektedir.
Yakalama, Gözaltına Alma ve İfade alma Yönetmeliği'nin 27. maddesiyle de, soruşturma evresinin gizli olduğu ifade edilmekte ve suçluluğu yargı hükmüne bağlanana kadar kişinin masumiyetinin esas olduğu belirtilmektedir. Aynı yönetmeliğin 28. maddesinin 2. fıkrası uyarınca da; yer gösterme işleminin soruşturmanın gizliliği ilkesine uygun olarak yerine getirildiği ifade edilmektedir.
Soruşturma evresinde yapılan işlemlerin tutanağa geçirilmesi halinde, dosyadan bu tutanakların örneklerinin alınması veya okunması, dosyanın gizliliğini ilgilendiren bir konu olmaktadır. Bu kapsamda soruşturma evrakını inceleme ve bu evraklardan örnek alma yetkisi; yasada, şüpheli müdafiine, mağdur ve şikayetçi (suçtan zarar gören) vekillerine tanınmaktadır (CMK madde 153, 234/1-4.) Ancak Ceza Muhakemesi Kanunu’nda, soruşturma evresinde şüpheli, mağdur ve şikayetçinin (suçtan zarar görenin), bizzat dosyayı inceleme ve örnek alma hakkı düzenlenmemektedir. Bu sebeple öğretide dile getirilen görüş ve eleştirilerin de etkisiyle, Bölge Adliye ve Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Cumhuriyet Başsavcılıkları İdarî ve Yazı İşleri Hizmetlerinin Yürütülmesine Dair Yönetmelik madde 137 hükmüyle, müdafiin ve vekilin yanı sıra şüphelinin, mağdurun, şikayetçinin ve suçtan zarar görenin soruşturma evresinde dosya içeriğini inceleme ve istediği belgelerin bir örneğini fiziki ya da elektronik ortamda harçsız olarak alma hakkının kabul edilmiş bulunmaktadır.
Ancak tüm bu açıklananların yanı sıra soruşturmanın gizliliğinin ihlalinin suç teşkil ettiği de bilinmek zorundadır. Bu kapsamda Türk Ceza Kanunu’nun 285. maddesinde soruşturmanın gizliliğinin alenen ihlali suç olarak tanımlanmakta ve soruşturma işlemleri sırasında ses veya görüntüleri yetkisiz olarak kayda alma ve nakletme, kanunda suç olarak düzenlenmektedir.
2. Kovuşturma Mecburiyeti İlkesi
Ceza muhakemesinde bir fiilin işlendiği haberinin alınması üzerine, yetkili makamlar tarafından derhal olayın soruşturulmasını; fiil ve failin belli olması, yeterli suç şüphesinin bulunması ve dava şartlarının mevcut olması halinde, kamu davasının açılmasını; açılan kamu davasının muhakeme sonuçlanıncaya kadar savcılık tarafından yürütülmesini ifade eden ilkeye, kovuşturma mecburiyeti ilkesi denilmektedir.
Söz konusu ilke, farklı kaynaklarda soruşturmanın mecburiliği (kanuniliği) ilkesi olarak da adlandırılmaktadır. Soruşturmanın mecburiliği (kanuniliği) ilkesi, adli makamların suç şüphesi üzerine soruşturmayı başlatma yükümlüğünü ifade etmektedir. Adli makamların, herhangi bir nedenle soruşturma yapamayacaklarını söylemeleri mümkün olmamakta; aksi takdirde ilgili memur, ihmal yoluyla görevi kötüye kullanma suçunu işlemiş olmaktadır (TCK m. 257/2).
Aynı ilke, farklı kaynaklarda, araştırma ve kamu davasını açma mecburiyeti ilkesi olarak da yer almakta ve araştırma mecburiyeti ilkesi, daha çok Cumhuriyet savcısını ilgilendirmektedir.
Kovuşturma mecburiyeti ilkesi başlığı altında ele alınması gereken üç ayrı ilke bulunmaktadır. Bu ilkeler;
a. Araştırma Mecburiyeti İlkesi
b. Kamu Davası Açma Mecburiyeti İlkesi
c. Kamu Davasını Yürütme Mecburiyeti İlkesidir.
5271 sayılı yasanın 160. maddesi uyarınca Cumhuriyet savcısının, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlaması ve maddî gerçeğin araştırılması ve adil bir yargılamanın yapılabilmesi için, emrindeki adlî kolluk görevlileri marifetiyle, şüphelinin lehine ve aleyhine olan delilleri toplayarak muhafaza altına almakla ve şüphelinin haklarını korumakla yükümlü olması; araştırma mecburiyeti ilkesi ile doğrudan ilgili bulunmaktadır.
Soruşturulan suçun zaman aşımına uğraması; suçun takibinin şikayete bağlı olması halinde, suçtan zarar görenin şikayetini geri alması; ihbarın asılsız olduğunun ortaya çıkması; fiilin aslında suç olmadığının anlaşılması gibi hallerde; Cumhuriyet savcısı, soruşturmaya derhal son vermek durumundadır. Öte yandan soruşturma evresi sonunda toplanan deliller, suçun işlendiği hususunda yeterli şüphe oluşturmaktaysa; savcı, bir iddianame düzenlemek zorundadır (CMK m. 170/2). Buna da kamu davası açma mecburiyeti ilkesi denilmektedir.
Kural olarak savcılık, suç şüphesinin ortaya çıkmasıyla, suçtan zarar görenin iradesini dikkate almaksızın soruşturmaya başlama zorunluluğu altındadır. Buna soruşturmanın mecburiliği ilkesi denilmekte ve bu ilke, soruşturmanın kamusallığını tamamlamaktadır. Bu sebeple de soruşturmanın mecburiliği ve kamusallığı ilkeleri; devlet organlarının, suçları re’sen takip etmekle yükümlü oldukları şeklinde özetlenebilmektedir.
3. Maslahata Uygunluk İlkesi
Bir suçun işlendiği haberinin alınması üzerine, Cumhuriyet savcısının; hemen soruşturmaya başlayıp başlamamakta, soruşturma evresi sonunda fiilin ve failin belli olmasına ve toplanan delillerin, suçun işlendiği hususunda yeterli şüphe oluşturmasına rağmen, kamu davası açıp açmamakta ve nihayet kamu davasını muhakeme sonuçlanıncaya kadar yürütüp yürütmemekte takdir yetkisinin bulunduğunu ifade eden ilkeye, maslahata uygunluk ilkesi denilmektedir. Ülkemiz ceza muhakemesi sisteminde, kural olarak kovuşturma mecburiyeti ilkesi geçerli olup; maslahata uygunluk ilkesi, istisnai halde karşımıza çıkmaktadır.
Maslahata uygunluk ilkesi kabul edildiğinde, savcıya araştırması sonucunda kamu davası açmaya yeterli kanıt bulunmasına rağmen, kamu davası açmanın maslahata (kamu yararına) uygun olup olmadığını takdir etme yetkisi verilmektedir. Bu halde savcı, sadece takdir yetkisini kullanarak iddianame düzenlemeyebilmektedir. Görüldüğü üzere, söz konusu ilke; suç şüphesi üzerine soruşturma işlemlerine başlanıp başlanmamasında, savcının kamu davası açıp açmamasında takdir yetkisinin olduğunu ifade etmektedir. Türk Hukuku'nda maslahata uygunluk ilkesine örnek olarak; CMK madde 171/1 hükmünün verilmesi mümkün olup; bu hüküm uyarınca, cezayı kaldıran şahsî sebep olarak etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanmasını gerektiren koşulların ya da şahsî cezasızlık sebebinin varlığı halinde, Cumhuriyet savcısı kovuşturmaya yer olmadığı kararı verebilmektedir.
Doktrinde maslahata uygunluk ilkesine bir diğer örnek olarak, 15.08.2017 tarih ve 694 sayılı KHK madde 145 ile Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 158. maddesine eklenen 6. fıkra hükmünün verildiği görülmektedir. Hüküm fıkrasında, ihbar ve şikâyet konusu fiilin suç oluşturmadığının herhangi bir araştırma yapılmasını gerektirmeksizin açıkça anlaşılması veya ihbar ve şikâyetin soyut ve genel nitelikte olması durumunda, soruşturma yapılmasına yer olmadığına karar verileceği; bu durumda şikâyet edilen kişiye, şüpheli sıfatı verilemeyeceği belirtilmektedir. Ancak bu hüküm fıkrasının, CMK m. 171/1 hükmünde olduğu gibi gerçekten de maslahata uygunluk ilkesine bir örnek olup olmadığı tartışmalıdır.
4. Delillerin Re'sen Araştırılması İlkesi
Delillerin re’sen araştırılması ilkesi; Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 160. maddesi uyarınca, Cumhuriyet savcısı tarafından işin gerçeğinin araştırılması, şüphelinin lehine ve aleyhine olan delillerin toplanması gerekliliğine işaret etmektedir. Söz konusu ilke; soruşturma evresinde, suçun sübutuna veya şüphelinin suçsuzluğuna yarayan delillerin toplanmasında, talep ve isteme gerek olmadığı ve savcılığın bu delilleri kendiliğinden toplamakla yükümlü olduğu anlamına gelmektedir. Görüldüğü üzere, bu ilkeden; savcılık organının re'sen harekete geçme, araştırma yapma ve olayı aydınlatma zorunluluğu anlaşılmaktadır. Araştırma ve soruşturma yapılmaksızın doğrudan kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmesiyse, hukuka aykırılık teşkil etmektedir.
5. Yazılılık - Sözlülük İlkesi
Ceza muhakemesinin, kovuşturma evresinde sözlülük ilkesinin geçerli olmasına rağmen, soruşturma evresinde yazılılık ve gizlilik ilkeleri hakim olmaktadır.
Yazılılık ilkesi; muhakemede yazılı olarak ne söylenmişse, karara ancak onun temel kabul edilmesini ifade etmektedir. Ceza muhakemesinin soruşturma evresi safhasına, kural olarak yazılılık ilkesi hakim olduğundan; soruşturma evresinde yapılan sözlü veya hareket şeklindeki tüm işlemlerin, tutanağa geçirilmesi büyük önem arz etmektedir. Adli makamlar, görevlerini yaptıkları sırada gördükleri ve duydukları her hususu tutanağı geçirmek zorundadır. Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu'na göre de; polisin, bir suça ilişkin olarak kendisine yapılan sözlü ihbar ve şikayetleri ve görevi sırasında öğrendiği suça ilişkin bilgileri yazılı hale getirmesi gerekmektedir (PSVK ek m. 6/2).
Yazılılık ilkesinin, Ceza Muhakemesi Kanunu’nda da öngörüldüğü görülmektedir. Buna göre, her soruşturma işlemi tutanağa bağlanmakta ve tutanak, adli kolluk görevlisi, Cumhuriyet savcısı veya sulh ceza hakimi ile hazır bulunan yazman tarafından imza edilmektedir. İşlemde müdafii veya vekil sıfatıyla bir avukat hazır bulunmuşsa, tutanakta onun da ismi ve imzası bulunmaktadır.
Sözlülük ilkesiyse; aslında doğrudan sanığın savunma hakkına ve doğrudan doğruyalık ilkesine hizmet etmektedir. Zira sanığın duruşmalardaki sözlü savunmaları hiçbir şekilde kısıtlanamamakta ve Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 217. maddesi uyarınca, hâkim, kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilmektedir. Bu deliller de, hâkimin vicdanî kanaatiyle serbestçe takdir edilmektedir.
6. Soruşturmanın Kamusallığı İlkesi
Kamu düzenini bozan ve suç teşkil eden eylemler hakkında ceza soruşturmasını yürütmek, devletin görevi kapsamına girmekte ve ceza soruşturmasının kamusallığı; soruşturmayı, devleti temsil eden makamların yapmasını ifade etmektedir.
Soruşturmanın kamusallığı, dar anlamda sadece devletin bir organı olan savcılığın ceza soruşturmasını başlatmasını, yürütmesini ve bitirmesini ifade etmekte; geniş anlamda kamusallık ise, soruşturmanın başlamasından hükmün kesinleşmesine kadar, iddia ve yargılamaya ilişkin tüm faaliyetlerinin devlet tarafından gerçekleştirilmesi anlamına gelmektedir.
D. Soruşturma Evresinin Özellikleri
1. Soruşturmanın Dağınıklığı
Soruşturmanın dağınıklığı ilkesi, soruşturma evresinin kendisine has yapısından kaynaklanmaktadır. Zira soruşturmanın kapsamlı olması, başsavcılığın birden fazla savcıyı görevlendirebilmesi, birkaç savcının aralarında iş bölümü yaparak aynı soruşturmayı yürütebilmesi; bir savcının başladığı bir işe, bir başka savcı tarafından devam edilebilmesi; bir olayın, aynı kolluk görevlisi tarafından izlenmesinin zorunlu olmaması; soruşturma evresi işlemlerinin ayrı zamanlarda, ayrı kişiler tarafından ve ayrı yerlerde yapılabilir olması, soruşturma evresinin dağınıklığı özelliğini ortaya çıkarmaktadır. Bu sebeple açıklanan hususlar, soruşturma evresinin dağınıklığı şeklinde ifade edilmektedir. Tüm bunların yanı sıra savcılar arası istinabe de mümkün olabilmektedir.
2. Soruşturmanın Kurala Bağlı Olmayışı
Soruşturma işlemleri kural olarak yasada belirtilmekteyse de; söz konusu işlemlerin işlem sırasının düzenlenmediği görülmektedir. Bu yüzden de savcılık ve kolluk, araştırmalarında belli kurallarla bağlı olmamakta ve duruma uygun düşen işleme öncelik vermeleri gerekmektedir.
Suçun araştırılmasında izlenecek yol, adli makamlara bırakılmakta ve savcılık ve kolluk, araştırma araçlarının seçiminde serbest halde olmaktadır. İfade alma dışındaki soruşturma işlemlerinin de fiilen nasıl yerine getirileceği, mevzuatta sıkı bir şekilde tanımlanmamaktadır. Ancak soruşturmanın kurala bağlı olmayışı şeklinde ifade edilen bu özellik, sıkı ve sınırsız bir özellik olmayıp; bu özelliğin de sınırları bulunmaktadır. Bu sınırlar; temel hak ve özgürlüklere zarar verilmemesi, masumiyet karinesi, adil yargılanma hakkı ve oranlılık ilkesi gibi sınırlardır. Sayılan kural ve ilkeler, aynı zamanda soruşturma evresinde geçerli olan ilkeler de olduğundan, soruşturma aşamasının güvencesi niteliğini taşımaktadır.
II. BÖLÜM – ETKİN SORUŞTURMA YAPMA YÜKÜMLÜLÜĞÜ
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne göre, etkili ve eksiksiz bir soruşturmadan söz edilebilmesi için soruşturmanın; suça karışanlardan bağımsız bir organ tarafından, başvuranlarca da katılım sağlanarak yürütülmesi, eksiksiz ve titiz bir şekilde yapılması, kamu denetiminin açık olması; ihlalden sorumlu olanların belirlenmesi ve cezalandırılması bakımından sonuca götürebilecek nitelikte yapılması gerekmektedir. Ayrıca kamuoyunun güvenini korumak ve yasa dışı eylemlere göre her türlü hoşgörü ya da suç ortaklığı izleniminden kaçınmak amacıyla soruşturmada gerekli olan ivedilik ve özenin gösterilmesi önem arz etmektedir. Bu kapsamda aslında, adından da anlaşıldığı üzere; soruşturmanın gerçekten de etkin, etkili ve sonuca varmaya elverişli olarak ilerlemesi gereklidir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)’nin etkin soruşturma yapma yükümlülüğü kapsamında yer alan önemli bazı kararları şu şekildedir:
Kaya/Türkiye, 22729/93, 19 Şubat 1998
"...Ölenin silah kullanıp kullanmadığını tespit amacıyla ellerinde ve giysilerinde barut kalıntısı ve silah üzerinde de parmak izi araştırması yapılmamıştır..."
"...Bu ihmaller ciddiyette araştırılmalıdır..."
"...Formalite gereği yapılan "otopsi" veya raporda kaydedilen bulgular, birçok soruyu cevapsız bırakmaktadır..."
Ezgi/Türkiye, 23818/94, 28 Temmuz 1998
"...Değerlendirme altındaki davada, yetkili makamların adam öldürme hususunda sahip oldukları yegane bilgi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 2. maddesi bağlamında "ipso facto" (kendiliğinden) adam öldürmenin gerçekleştiği koşullara ilişkin re'sen etkili bir soruşturma gerçekleştirme yükümlülüğünü doğurmaktadır..."
MC/Bulgaristan, 39272/98, 4 Aralık 2003
"...yetkili makamların, buna rağmen tüm gerçekleri ortaya çıkarmaları ve tüm dava koşullarını değerlendirerek karar vermeleri gerektiği kanısındadır..."
“...Ayrıca, soruşturmayı yürütürken dikkate değer gecikmelere yol açmışlardır...”
Ramsahal ve Diğerleri/ Hollanda [BD], 53291/99, 15 Mayıs 2007
"...İki polis memurunun ellerinde, barut kalıntısının olmadığının kontrol edilmemesi, olayın canlandırılmaması, silahların ... ya da mühimmatların incelenmemesi ve merminin, Moravia Ramsahai'nin vücudunda yol açtığı travmanın görsel olarak kaydedilmemesi hususları açıklanmamıştır..."
"...Ayrıca, memurlardan Brons ve Bultstra olaydan sonra ayrı yerlerde tutulmamış ve üç gün sonrasına kadar sorgulanmamıştır..."
"...soruşturmanın yeterliliğinin kayda değer şekilde ihmal edildiği anlamına gelmektedir..."
"...Dolayısıyla, Moravia Ramsahai'nin ölümüne ilişkin koşullar hususunda yeterli soruşturma yapılmaması nedeniyle AİHS'nin 2. maddesi ihlal edilmiştir..."
"... Ancak, Hükümet mevcut davada yerel polisin, söz konusu bölgenin güvenliğinin sağlanması dışında acil eyleme geçmesini gerektiren özel koşullara işaret etmemiştir..."
"...Bu açıdan bakıldığında, on beş saat otuz dakikadan daha az sürmeyen bir gecikme kabul edilebilir değildir..."
"...AİHM, Cinayet Masasının müteakiben olaya dahil olmasının, polis gücünün bağımsız hareket edememe ayıbını ortadan kaldırmak için yeterli olamayacağı kanısındadır..."
"...Daire, soruşturmanın memur Brons hususunda verilen takipsizlik kararına itiraz etmek üzere başlatılan adli takibata etkin olarak dahil olmalarını imkanlı kılan bilgilere ulaşmak için başvuranlara yeterli erişim imkanı sunduğu sonucuna varmıştır..."
"...yeterli kamu araştırmasının yapılıp yapılmadığıdır. Bu bağlamda gereken kamu araştırmasının derecesi davadan davaya farklılık gösterebilmektedir..."
LLM. Av. Uzm. Arb. AYŞEN GÜZEL
 
 

İstatistikleri ve reklamları gör

 
Tüm ifadeler:

4

 

 

Yazarın Diğer Yazıları