Ahmet Orhan

YEŞİL VATAN TEHDİT ALTINDA

Ahmet Orhan

Yaz mevsimi Türkiye için artık yalnızca tatil, güneş ve deniz anlamına gelmiyor. 

Her yeni yaz, Türkiye'nin dört bir yanında yürek burkan bir manzara yaşanıyor: Orman yangınları. 

Giderek artan sıklıkla ve şiddetle yeşil vatanımız alevlere teslim olurken, milyonlarca ağacın kül oluşuna, binlerce canlının yok oluşuna sadece ekranlardan tanıklık ediyoruz. 

Ne yazık ki çaresizlik, bu ülkenin bir kaderi haline gelmiş durumda.

Türkiye gibi üç tarafı denizlerle çevrili, dört mevsimi bir arada yaşayan, biyolojik çeşitlilik açısından zengin bir ülkede ormanların bu kadar kolay yanması kader olamaz. 

Asıl sorun, liyakat eksikliği ve yönetim zaafıdır.

Peki sorumlular kim?

Bu soruyu sormaktan artık çekinmemeliyiz. 

Türkiye’de son sekiz yılda orman yangınlarının sayısı ve şiddeti artmasına rağmen, bu süreçte Orman Genel Müdürü bile değişmedi. 

Oysa bir ülkede eğitim sistemi çökerse Milli Eğitim Bakanı değişir; ekonomi iflas ederse Hazine Bakanı gider; ormanlar yanıyorsa, bu alandaki en üst yönetici de hesap vermelidir. 

Ancak Türkiye'de işler böyle yürümüyor. 

Yangınlar büyürken koltuklar sabit kalıyor.

İklim değişikliği tüm dünyada yangın riskini artırıyor. Ancak bu realiteyi bir bahane olarak sunmak, sorumluluktan kaçmak anlamına gelir. 

Avrupa ülkeleri önlem alıyor, yangınlara müdahale sistemlerini geliştiriyor, hava filolarını yeniliyor, yangın eğitimlerini artırıyor. 

 

Peki biz ne yapıyoruz?

Uçaklar yıllardır tartışma konusu. Türk Hava Kurumu’nun yıllarca kullanılmayan yangın uçakları, yeterli sayıda helikopterin olmaması, bölge halkının organize edilmemesi ve en önemlisi kriz anlarında karar alma mekanizmasının yavaş işlemesi, kayıplarımızı artırıyor.

Orman köylüsü, işçiler, gönüllüler ellerinde kürekle canını dişine takmışken, devletin organize müdahalesi hâlâ yetersiz. Teknoloji çağında yaşıyoruz ama hâlâ koordinasyon eksikliği, yetersiz hava desteği, hazırlıksızlık gibi temel sorunları konuşuyoruz. 

Oysa bu durumlar doğal afet değil; insan kusurudur.

Eğer sekiz yıl boyunca bu konuda gözle görülür bir iyileşme sağlanamamışsa, Orman Genel Müdürü'nün yerinde kalmasının nasıl bir gerekçesi olabilir? Siyaset üstü olması gereken orman politikaları, ne yazık ki liyakatsizliğin, vurdumduymazlığın ve siyasi hesapların gölgesinde kalıyor.

Ormanlar yalnızca ağaç değildir. 

Onlar suyun, havanın, canlı yaşamının kaynağıdır. Türkiye’nin ciğerleri yanarken, bu felaketlere alışmak, "yaz geldi, yangınlar da başlar" gibi pasif bir zihniyeti kabul etmek mümkün değildir.

Türkiye'nin yeni bir orman yönetimine, güçlü bir kurumsal yapılanmaya ve en önemlisi sorumluluk almaya hazır yöneticilere ihtiyacı var. 

Görevde kalmak değil, görevini hakkıyla yapmak kıymetlidir.

Ormanlar yanarken sessiz kalan, sorumluluk almayan herkes, bu felaketin ortağıdır.

 

Bu yazı, bir felaketin ardından öfkeyle değil, kalıcı bir çözüm arayışıyla kaleme alınmıştır. 

Türkiye’nin yeşil dokusunu korumak, hepimizin sorumluluğudur. 

 

Ancak en büyük görev, devleti yönetenlerin omzundadır. 

Görevini yapamayanın koltukta oturması, sadece ormanları değil, milletin vicdanını da yakmaktadır.

Yazarın Diğer Yazıları