Murat Yıldırım

BU DERİN BİR TUTKU

Murat Yıldırım

FAKAT  MÜZEYYEN  BU DERİN BİR TUTKU …

Bilen bilir,bilmeyene de buradan duyurayım.

Kasabada ikinci el kitap alıp satan bir vatandaşım.

İşim daha önceden okunmuş bir kitabı,henüz onu okumamış olan kişiye ulaştırmak.

Hayalim …

Tutkum …

Haftada birkaç akşam yaptığım gibi, kapatırken tekkeyi akşam da bir kitap sıkıştırıp koltuğumun altına tuttum evin yolunu. Kitabın ismini son zamanlarda çok duyar olmuştum, sinema filmine konu olmuş ve fakat seyretmemiştim. Şanslı sayılırdım

Hepi topu 58 sayfa . Bu akşam , bu kitabı yutarım ben düşüncesi ile girdim eve… Yemektir , şudur ,budur derken, çöktüm kitabın başına, birinci ,ikinci üçüncü sayfa derken baktım ki kitap onuncu sayfadayım fakat gitmiyor, bıraktım…

Ertesi akşam tekrar aynı terane.

 Kitap benden , ben kitaptan umudu kestiğimiz akşamın birinde,çok sevdiğim tek arkadaşımla telefonda konuşurken kitap ilişti gözüme, şikayet ettim :

“ gitmiyor,yürümüyor hikaye”

 “bırak o zaman okumayı” dedi teselli eden bir sesle.

“olmaz “ dedim teselliye inat bir sesle… Telefonu kapattıktan sonra ,son bir inatla oturdum okuma koltuğuma ve aldım kitabı …

 “dağıtmazsam toparlayamazdım” altını çizdiğim ilk satır oluyor .

 Hikaye bir yazarın başarısız bir roman yazma girişimini anlatıyor.

Bir gün dolaşmaya başlıyor tüm şehri

 “ hükümet kerhane önünden geçiyor,devlet erketeye yatıyor, vatandaşa da dut yemek düşüyor”

Sonra dalıyor bir kahvehaneye” soğuk suya bir sade kahve ve bir soda “ istiyor.

Tüm bunlar olup biterken , türlü türlü şarkı sözleri akıp gidiyor satırlar arasından… “kula kulluk edene yazıklar olsun”

 “satmışım anasını ,ben bu dünyanın”

“ooooooo, ayıpsın ayıp”

 “ablanı alacağım,enişten olacağım,sana koca bulacağım”

Ve bol bol imgeleme …

Yazmaya çalışan bir insanın, bir yazarın , roman yazma sürecini anlatan bir hikayedir yazılan. O romanın , hikayenin oluşum sürecinde , yazarın takılıp kaldığı bir dönüm sürecinin garipsel bir masalıdır satırların arasına gizlenmiş olan.

Yazabilmenin, hiç yoktan bir veya her daim yaşanılanın kaleme alınması, alınırken de yaşanılan tuhaf bir ayrılığın söylentisi.

Kadın ,erkek ilişkisi, yazanın ve aynı zamanda etrafında ki insanların psikolojisi, toplumsal olaylar v.s hikayenin kilometre taşları gibi bir bir sunulur kitabın her bir yanına, ve illaki altı çizilesi, can alıcı cümleler sarf edilir. Misal;

 “ her şey iyi giderken konunun bir yerde boka sarması, kopması yani”

Ne olmuştu da,” seninle dünyanın her yerine gelirim” diyen Müzeyyen ,durduğu yerden çekip gitmelere başlamıştı. Nerelere gidiyordu ?

 “ Müzeyyen resme girdi,kuğu gibi yürüdü,yürümedi salındı ve deterjan reklamlarında beyaz çamaşırlardan taşan o tanrısal parlaklığa benzer bir ışığın içine girdi”

“bazı gece yarıları uyanır,beni ,kendisini seyrederken bulurdu. Yüzümü okşar ,burnumu oynatır ya da göğsüme sokulur, yine uyurdu”

 Nihayetinde Müzeyyen çekip gider bu sevdadan, kendine göre haklı, yazara göre ise yargısız infazlar eşliğinde. Terk eden , terk edilen de berbat bir haldedir ve fakat yazara göre terk eden bir –sıfır galiptir.

Ertesi gün Müzeyyen den bir telefon gelir, buluşmayı ister yazardan. Yazar bu buluşmayı kabul eder. Her ne kadar berbat bir gece geçirmişse de ,( misal kendine bakan aynayı ,onu paramparça etmekle tehdit etmiştir) traşını olur,kendi kavlince giyinir kuşanır ve Müzeyyen nin çok sevdiği börekten alır , ki sabah kahvaltısıdır davet edildiği,

 ve fakat görür ki Müzeyyen en çok sevdiği börekten değil de kendi getirdiklerini yemektedir, anlar …

 Ve ne çok da kapı kilitlerinin dilleri …

Ne demek istediğimi kitabı okuduğunuz zaman anlayacaksınız.

Fakat Müzeyyen bu derin bir tutku …..

 

 

Yazarın Diğer Yazıları