Benim Annem Cumartesi… - Murat Yıldırım

Benim Annem Cumartesi…



Beni burada arama anne 
Kapıda adımı sorma 
Saçlarına yıldız düşmüş 
Koparma anne 
Ağlama
Kaç zamandır yüzüm tıraşlı 
Gözlerim şafak bekledim 
Uzarken ellerim 
Kulağım kirişte 
Ölümü özledim anne 
Yaşamak isterken delice


Bugün görüş günü 
Günlerden salı 
Islak 
Sarı bir yağmur 
Ülkemin neresine bakarsa ay 
Orada yitik bir anne ağlıyor 
Sen aralıyorsun yağmuru 
Acıdan sırılsıklam alnına siper edip elini 
Sonra bir umut koşuyorsun 
Yüreğin avcunda 
ısırırken 
çırpıntı gözlerini 
(ah verebilseydim keşke 
yüreği avcunda koşan 
herbir anneye 
tepeden tırnağa oğula 
ve kıza kesmiş 
bir ülkeyi armağan 
koşma anne 
birdenbire batacak olan 
düş denizinde yarattığın umut sandalıdır 
oysa benim için gece 
ışık hızıyla koşan 
kısa ve soğuk bir zamandır 
bu yüzden boğuk seslerle geldiler bir şafak 
uykusuz 
yorgun 
ve korkak


sanırım baytardı 
yüreğimin depreminde rihter ölçeği çatlarken 
ölebilir raporu veren beyaz önlüklü doktor 
boşver hipokrat amca 
üzülme ne olur 
sen de anne 
sen de üzülme 
hücremin dört bir köşesinde el ayak izlerimi 
ciğerlerimde yırtılan bir çığlıkla hazır beklediğim 
ve korkunç bir sabırla birbirine eklediğim 
korkak kahraman gecelerimi 
düşlerimle sınırsız 
diretmişliğimle genç 
şaşkınlığımla çocuk devrederken sıradakine 
usulca açılıverdi 
yanağımda tomurcuk
pir sultan'ı düşün anne 
şeyh bedrettin'i 
börklüce'yi 
torlak kemal'i düşün anne 
hala kanaması nedendir faşizmin göğsünde 
utangaçlığı bile vuramadan yanaklarına yasının 
onsekizinde ölümüne pervasız yürüyen 
ince bilekli çıplak ayaklı tanya'nın 
deniz'i düşün anne 
her mayıs şafağında uzun 
uzun döverken darağaçlarını 
ve o şafaktan doğma 
onbir yaşını çiğneyip yürüyen çocukları 
insanları düşün anne 
düşün ki yüreğin sallansın 
düşün ki o an 
güneşli güzel günlere inanan 
mutlu bir yusufçuk havalansın


sıcak omuzlar değerken omzuma 
buz üstünde yürüdüm yıllar boyu 
bayraklar ve türkülerle 
kopunca memelerinden o mükemmel yaşama
kurşunlar sıktılar alnıma 
açık alanlarda ağır 
kartalların konup kalktığı 
yalçın kayalardan biriydim 
ölüp dirildim yeniden 
güneşli güneşsiz akşamlarda
mutlu yarınlar adına 
özgürlük adına ekmek adına 
üstüne vardım kuyruğu kanlı itlerin 
dirilip dönmesin diye hiroşimalar 
tahtadan atların boynuna çıplak 
ölümlerle yatmasın diye çocuklar 
aç gözlerle bakmasın diye çocuklar 
kardeşlik adına 
havadaki kuş denizdeki balık adına 
yürüdüm yıllar boyu
dönüp bakmadım arkama 
ıraktı gözlerim çok ırak 
izim kalır mı bilmem yürüdüğüm yolda 
kalsa da silinir gider 
yalnızca bir ağıt gibi çakılır 
ardımca gelenlere gözlerimi yaktığım yer


tören adımlarıyla ölmek 
ne garip şey anne 
kanlı karanlık bir oyunda baş oyuncuyum 
bütün gözler üstümde
sürüyor gecenin karnında şafağa bakan oyun 
masa üstünde üşüyen bir sigara 
yanında küçücük bir cam bardak 
içinde rengi bu gecenin 
cılız titrek bir kibrit 
kağıt kalem 
sandalye 
geride flu 
yağlı 
büküm büküm bir ip 
ve çingene kuralına uygun 
değişmez dekoru mudur 
idam mahkumunun


kırılacak cammışım gibi davranıyorlar 
yüzlerinde zoraki çatılmış bir hüzün 
oysa birazdan boynumu kıracaklar 
pul pul dökülecek yaz siyasi eylül'ün
ben ölümü asıl az ötede titreyen 
çingenenin kara killi ellerinde gördüm 
anladım ki küllenen sigaradır 
soğuyan bir bardak çaydır benim ömrüm
yani benim güzel annem 
alacaşafağında ülkemin 
yıldız uçurmak varken 
oturup yıldızlar içinde 
kendi buruk kanımı içtim


ne garip duygu şu ölmek 
öptüğüm kızlar geliyor aklıma 
bir açıklaması vardır elbet 
giderken darağacına


geride 
masa üstünde boynu bükük kaldı kağıt kalem 
bağışla beni güzel annem 
oğul tadında bir mektup yazamadım diye kızma bana 
elleri değsin istemedim 
gözleri değsin istemedim 
ağlayıp koklayacaktın 
belki bir ömür taşıyacaktın koynunda
usul adımlarla yürüdüm ömrümü 
karşımda kurum kurum-laşan darağacı 
(tarlakuşu korkmaz ki korkuluktan 
ökse de olsa dört bir yanı) 
birdenbire acıdı boynum 
gelecekler var birbiri ardınca genç 
yakışıklı
ne olur işçi kadınım 
az yumuşak dik 
şu kefenin yakasını


yaşamak ağrısı asıldı boynuma 
oysa türkü tadında yaşamak isterdim 
çiçekleri kokmak ırmakları akmak 
yaz boyu çobanaldatanlara aldanmak 
su başlarında aylak sektirmek kavalımı 
sonra bir çocuğun afacan bacaklarında 
anavarca kayalıklarına tırmanmak isterdim 
o güzel günleri görenler arasında 
bir soluk ben de yaşamak isterdim 
bir de luvr müzesinde seyretmek gizliden 
öperken siya-u jakond'u tebessümünden 
işte o an saçlarından yakalamak dolunayı 
bir de yirmibeş kilometreden görebilmek 
nazım'ın gözleriyle pırıl pırıl moskova'yı
ölmek ne garip şey anne 
bayram kartlarının tutsaklığından aşırıp bayramı 
sedef kakmalı bir kutu içinde 
vermek isterdim çocukların ellerine 
sonra 
sonra benim güzel annem 
damdan düşer gibi 
vurulmak isterdim bir kıza

10 
künyemi okudular 
suçumuz malum
gecenin kıyısında durmuşum 
kefenin cebi yok 
koynuma yıldız doldurmuşum 
koşun çocuklar çocuklar koşun 
sabah üstüme 
üstüme geliyor 
yanlış mı duydum yoksa 
erkenci bir horoz mu ötüyor 
keskin bir acı bilenmiş 
gitgide yaklaşıyor sonum
iri sözlerim yoktu söyleyecek 
usulca baktım yüzlerine 
bin yıllık iskeletleri çatırdayarak 
göçtü ayaklarının dibine
korkutamadılar beni anne 
avlunun ortasında çatık bir kaş gibi duran 
darağacı 
bir zaman rüzgarda 
saçını tarayan telli kavak değil mi 
boynumdaki kemendi bir öğle sonu bükerken o kız 
sarı sıcak sevdasını düşünmedi mi 
söyle anne 
o çingene 
bir çiçek bahçesi kadar sıcak sokağımızdan 
bağıra çağıra geçen bohçacı kadını 
sevmedi mi çılgınca

11 
kurulmuş tuzaklar yok artık yolumda 
işkenceler zindanlar hücreler 
savunmak yok mutlu tok bir yaşamı 
açlık grevlerinde beynimi bir sıçan gibi kemiren 
mideme karşı 
kısacası 
bir çiçeği düşünürken ürpermek yok 
gülmek umut etmek özlemek 
ya da mektup beklemek 
gözleri yatırıp ıraklara
ölmek ne garip şey anne 
artık duvarları kanatırcasına tırnağımla 
şaşkın umutlu şiirler yazamayacağım 
mutlak bir inançla gözlerimi tavana çakamayacağım 
baba olamayacağım örneğin 
toprak olmak ne garip şey anne 
ceplerimde el yerine balyoz taşırken 
korkunç bir merakla beklerken kurtuluş haberlerini 
ve yüreğimin ırmakları taştı 
taşacakken 
ölmek ne garip şey anne
uçurumlar ki sende büyür 
dağdır ki sende göçer 
ben yaprak derim çiçek derim 
çam diplerinde açmış kanatlarını kozalak derim 
gül yanaklı çocuğa benzer 
yine de 
oğlunu yitirmek kimbilir 
ne garip şey anne

12 
beni burada arama anne 
kapıda adımı sorma 
saçlarına yıldız düşmüş 
koparma anne 
ağlama 
kırıldıysa düş evinin kapısı 
bütün kırık kapıların çağrılışıyım 
kızların yanaklarında çukurlaşan 
biten başlayan aşkların ortasındayım 
her kavgada ölen benim 
bayrak tutan çarpışan 
her kadın toprağı tırnaklayarak doğurur beni 
özlem benim kavga benim aşk benim 
bekle beni anne 
bir sabah çıkagelirim
bir sabah anne bir sabah 
acını süpürmek için açtığında kapını 
umarım kurtuluş haberleriyle dönmüş olur 
çam ve kekik kokuları içinde acı yüzlü çocuklar 
o zaman nasıl indirilmişlerse şen şakrak 
öylece kalkar uykudan şalterler 
dişleyip tükürmeden sigaralarını 
türkü tadında giyinirken işçiler
bir sabah anne bir sabah 
acını süpürmek için açtığında kapını 
adı başka sesi başka nice yaşıtım 
koynunda çiçekler 
çiçekler içinde bir ülke getirirler 
başlarını koymak için yorgun dizine 
sen hazır tut dizini anne 
o mükemmel güne
  
Nevzat ÇELİK
 

[email protected]

YAZIYI PAYLAŞ!

YAZARIN SON 5 YAZISI
13May

Anlayana ...

29Nis
24Ara

Mecburiyet…

05Ara

Sabunu Koydum Leğene...

01Kas