CUMHURİYET VE DEMOKRASİ - Ahmet Orhan

CUMHURİYET VE DEMOKRASİ


TBMM tarafından ilan edilen cumhuriyetimizin 94. yıldönümünü her zaman olduğu gibi coşkuyla kutlayacağız. Öncelikle aziz milletimizin bayramlarını en samimi dileklerimle kutluyorum.

Cumhuriyet; en bilinen tanımıyla sınırları belirlenmiş bir coğrafya parçası üzerinde yaşayan, genellikle müşterek bir kültürün, ortak tarihin sahibi insan topluluğun yani halkın egemenliğini seçtiği vekilleri eliyle hâkim kıldığı devlet şeklidir.

Demokrasi ise bir halkın yürütme, yasama ve yargı erklerini doğrudan veya seçtiği milletvekilleri eliyle kullanabildiği yönetim şeklidir. Tarihi kökleri eski Yunan ve Roma’ya uzanan bu Devlet şekli günümüzde Dünya üzerindeki devletlerin çoğunun temel özelliğidir.

Demokrasi halkın iradesi üzerinde hiçbir gücü kabul etmez. Ancak mutlak halk iradesini hâkim kılarken rejimin sayısal çoğunluk diktatörlüğü anlamına gelecek, çoğunluğun kendisi gibi düşünmeyenleri ortadan kaldırmaya yönelik uygulamalarını da ret eder.

Her Cumhuriyet aynı zamanda demokratik olmadığı gibi her demokrasi de cumhuriyet değildir. Örnek vermek gerekirse İngiltere’de demokrasinin en geniş manada hayat bulmasına rağmen cumhuriyet değildir. Tam aksine birçok Asya ve Afrika devletinde ise adı cumhuriyet olsa bile demokrasi söz konusu bile değildir.

Neredeyse bir yüzyıla ulaşmak üzere olan Cumhuriyetimiz ise hâkimiyeti üç kıta üzerinde milyonlarca kilometre kare büyüklüğündeki Osmanlı İmparatorluğunun enkazı üzerine kurulmuştur. O Osmanlı ki altı yüzyıl boyunca onlarca halktan oluşan bir topluluğu tarihsel birikimiyle yönetmiş, tıpkı insan ömrü gibi bu sürenin sonunda tarihin derinliklerinde yerini almıştır.

Birçok milletten oluşan bir devletle birlikte tarih sahnesinden silinmek istenen Türk Millet ise bu sömürgeci haçlı zihniyetini Gazi Mustafa Kemal önderliğinde ret etmiş ve her zaman olduğu gibi genç bir fidan gibi tarih sahnesinde gelişip büyümeye aday bir devlet olarak yerini almıştır. 23 Nisan 1920 de milletin temsilcilerinden oluşan Millet Meclisi 29 Ekim 1923 tarihinde tüm dünyaya yeni devletin adını ‘’Türkiye Cumhuriyeti Devleti’’ olarak ilan etmiştir.

Bu genç devletin kaybedecek zamanı yoktu. Her ne kadar yıllarca süren savaşlarda yetişmiş insan gücünün büyük kısmını kaybetmiş olsa bile bir an önce Türk Milletinin makûs talihini değiştirmek yaralarını kendi kendine sarmak durumundaydı. Türkiye Cumhuriyeti ona bel bağlayan insanların yalnız Anadolu coğrafyasında yaşayanlar değil diğer ülkelerdeki milyonların olduğu bilinciyle büyük önderin işaret ettiği yolda inanmış azimli kadrolarla büyük atılımları kısa sürede yapmıştır.

Başardığı yalnız maddi kalkınma değildi elbette. Yanı sıra insan haysiyetine en yaraşır rejimi tesis etme çabasını da ihmal etmemiş, 1946 da temelini attığı çok partili demokrasi anlayışının sonucu olarak 1950 yılında yeni kurulan bir siyasi partiye devlet yönetimini emanet ederek başka bir başarıya imza atmıştır.

Türkiye Cumhuriyeti Devletinin tarihi yolculuğu halkın iradesi üzerinde başka bir egemenlik tesis etmek isteyen güçler tarafından 1960 dan bu yana bir çok defa müdahaleye maruz kalmış olmasına rağmen şükürler olsun ki durdurulamamıştır. Bu müdahalelerin en sonuncusu ise 15 Temmuz 2016 tarihinde yaşadığımız kanlı ihanet kalkışmasıdır.

Türkiye’de gerçekleşen ihtilal ve müdahalelerin bir tek istisnası hariç doğrudan milleti hedef almamış, temelinde millet iradesini kabul etmeme hatta aşağılama hakir görme fikriyatı yatsa bile görünürde yöneticilere karşı yapılmıştır. Türkiye Cumhuriyetindeki tek istisna ise 15 temmuz ihanet kalkışmasıdır ki bir gecede 249 asker, polis ve halktan olmak üzere şehit ve 2196 vatandaşımız da gazi olmuştur. Türk Milleti hayatı pahasına iradesi üzerine tahakkümü kabul etmeyeceğini tüm dünyaya ve içimizdeki hainlere bizzat kendisi göstererek demokrasimizin güçlü bir döneme girmesini bu surette sağlamıştır.

15 Temmuzda yaşananların Türkiye’mizin etrafımızda olanlar ve maruz kaldığı tehditlerden bağımsız olarak ele alınamaz. Esasen yaşananlar Türk Milletinin bağımsız olarak hürriyet içinde yaşadığı toprakları parçalayıp huzur ve mutluluğunu yok etmek isteyen sömürgecilerin ve onların yerli işbirlikçilerinin komplosundan başka bir şey değildir. Allaha şükürler olsun ki milletimizin evlatların yüksek vatan sevgisi ve demokrasiye olan bağlılıkları tehlikeyi bertaraf etmiştir.

Dünya üzerindeki acımasız hâkimiyetlerini kökleştirerek sürdürmek isteyen güçler, özellikle zengin petrol kaynakları üzerinde yaşan Müslüman toplulukların çeşitli farklılıklarını tahrik edip onları birbirine düşman edecek bir planı uygulamaya devam etmektedirler. Şimdiye kadar planlarını Türkiye’nin güney sınırlarına gelinceye kadar başarıyla hayata geçirmiş olmalarına rağmen bu büyük tehlikenin farkına varan binlerce yıllık devlet geleneği ve aklına sahip Türkiye bu oyunu bozmak üzere kararlı bir şekilde karşılarına dikilmiştir. Bunun tezahürü olarak hayata geçirilen Fırat Kalkanı, İdlip Harekâtı ve gayri meşru Kuzey Irak referandumu konularındaki uygulamalar.

Türkiye Cumhuriyetimizin 94. yılında sınırlarımıza gelip dayanan büyük bir tehdit altındadır. Söz konusu tehdidin büyüklüğü dışımızdaki düşmandan değil sadece. Belki de o tehdidin büyük olması daha çok ülkemizin içinde, siyasi hayatımızda olanlar ve muhtemelen yaşayacaklarımızdır. Maruz kaldığımız tehlikeler yeni tedbirlerin hayata geçirilmesini mecbur kılmaktadır.

Maruz kalınan tehlikelere karşı alınacak en önemli tedbir ise yönetim zafiyeti yaşanmaması için getirilecek çözümler olmuş, bu noktada Sayın Devlet Bahçeli önce ülkem ve milletim sonra partim anlayışı içersinde ülkemizde bir daha hükümet krizleri yaşatmayacak güçlü yönetimlerin oluşmasını teminat altına alacak bir anayasanın önünü açmıştır.

Yapılan referandumda Türk Milleti iç ve dış baskılara rağmen sağ duyusunu ortaya koyarak Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemini 2019 yılında hayata geçirmek üzere kabul ederek yeni dönemi başlatmıştır.

Türk demokrasi tarihine 16 Nisan Anayasa değişikliği referandumu olarak geçen bu olaydan sonra bu yeni yönetim sisteminin bazı yansıma ve sonuçları olacağı kesindir. Bu değişimden siyasi partilerimiz de diğer devlet organları gibi nasibini alacaktır. Yeni hükümet etme sistemi çok partili demokratik hayatı ortadan kaldırmayı öngörmese bile partilerin geçmiş demokrasi hayatımızın dışında arayışlara iteceği kesindir.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet sisteminde yürütme erkini millet adına kullanacak olan Cumhurbaşkanını halk iki dereceli seçimle %50+1 çoğunlukla seçecek olması partiler arasında uzlaşmayı zorunlu kılmaktadır. Aslında çok hoş hatıraları olmasa bile partiler arasında uzlaşma zemininde demokrasi tecrübesi ülkemiz siyasetinde bulunmaktadır. Şimdi bu tecrübenin başarılı bir şekilde yeniden hayata geçirilmesine ihtiyaç vardır ve Türkiye bunu başarıyla yapacaktır.

Yaşasın Cumhuriyet, Yaşasın Türk Milleti!

[email protected]

YAZIYI PAYLAŞ!

YAZARIN SON 5 YAZISI
07Şub

Büyük Acı

19Ekm

Ekonomide Neler Oluyor

15Eyl

Abalıoğlunda Neler Oluyor

08Eyl

Üzümün Izdırabı

14Eyl

Rossi Süleyman ve Kaymakam